Belgeler ile Atatürk’ün nesebi

Mustafa Kemâl’ın babası kimdir ?


76 yıl boyunca Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürkün soyu hakkında gizli tutulmak istenen gerçekler artık gün ışığına çıkmıştır. İşte Mustafa Kemal’ın gerçek soyu.

Resmî tarihin yazdığı gibi gümrük memuru olan Ali Rıza Efendi, Mustafa Kemâl’ın babası değildir. Ali Rıza, Mustafa Kemâl’ın üvey babasıdır. Mustafa Kemâl 5 yaşında iken anası Zübeyde Ali Rıza namında ki şahısla evlenmiştir. Gelelim Mustafa Kemâl’ın gerçek babasına.
 
Adana müftüsü Cemâleddin Hocaoğlu (rh.a) 1988 senesinde Ümmet Gazetesinde bir Vesikâ (Osmanlı mahkeme kararı) neşretti. Bu osmanlı mahkeme kararına göre, mustafa kemâl’ın annesi olan zübeyde beraber yaşadığı kişi abduş ölünce, selânikte ki asliye hukuk mahkemesine başvurarak kendisinin onun karısı olduğunu ve oğlu mustafa’da ondan olduğunu iddiâ ederek miras davası açıyor. Ölenin (Abduş’un) kardeşleri ise bu duruma itiraz ederek zübeyde’nin abduş’un karısı olmadığını ve genelevden odalık aldığını ve odalık aldığında zübeyde’nin 2 yaşında çocuk sahibi olduğunu mahkeme’ye bildiriyorlar. Mahkeme’de geneleve soruyor ve gelen cevap’da da zübeyde’nin 1 temmuz 1881’de oğlu (mustafa kemal) ile beraber geneleve girdiği, 23 Nisan 1882’de ölen kişi tarafından genelevden çıkarıldığı belirtiliyor. Böyle olunca mahkeme, zübeyde’nin davasının reddine karar veriyor.

Aşağıda latin harfleri ile yazmış olduğumuz ve yukarıya’da asıl metnini koyduğumuz Selânik asliye hukuk mahkemesi’nin kararı.
 
Selânik Asliye Hukuk Mahkemesi 
İlâm karar numarası adet: 451 
 
Abduş’un ölümünden sonra Zübeyde Abduş’un karısı olduğunu ve oğlu’da Abduş’un oğlu olduğunu iddiâsı ile açmış olduğu miras davasında Abduş’un kardeşleri, mahkemeye vermiş oldukları iddiânamede Zübeyde’nin Abduş’un karısı olmadığını ve umumhâneden (genelevinden) odalık aldığını ve oğlu Mustafa iki yaşında kucağında olduğunu ve Abduş’un bilavelet (hiç çocuğu olmadan) öldüğünü iddiaları ile keyfiyetin umumhâneden sorulmasını talebleri üzerine umumhâneye yazılan tezkerenin cevabında Zübeyde’nin oğlu ile beraber 19 Haziran 1297’de (Miladi 1 Temmuz 1881) umumhânemize dühul edip Yenişehirli Abduş isminde bir kabadayı ile anlaşıp 11 Nisan 1298’de (Miladi 23 Nisan 1882) umumhânemizden huruc etmiştir (çıkmıştır). Bu yazıya istinaden Zübeyde’nin davasının reddine karar verilmiştir.  
 
22 Kanunîevvel 1298 
(Miladi 3 Ocak 1883) 
 
20 kuruşluk pul – Hakim (Mühür) – A’za (Mühür), A’za (Mühür)
 
 
Evet yanlış okumadınız, MUSTAFA Kemal, Zübeyde ile Abduş adlı bir kabadayı’nın (muhtemelen) evlilik dışı çocuğu. 5816 Atatürk Koruma kanunu kalkınca daha fazlasını öğreneceğiz.
 
Bu vesika yayınlandıktan sonra Kemalistler ne yapacaklarını şaşırdılar ve basın (Hürriyet,Milliyet, TV) yolu ile bu vesikâ’yı cürütmeye çalıştılar. Şimdi’de kemalistlerin bu asılsız iddiâlarına temas ederek cevap vereceğiz inşallah ve vesikâ’nın doğru olduğunu ıspatlayacağız.
 

Kemalist (Hürriyet gazetesi) diyor ki;

O dönemde ki (1883) mahkeme kararların’da pul yok.
 

Cevap:

11 Şevval 1290 (2 Aralık 1873) tarihli Resmi damga Nizamnâmesi gereğince bütün resmî evraka vasfına göre pul yapıştırma mecburiyeti vardı.
 
Kaynak: Düstur,Tertip 1,Cilt 3:Düstur,Cild-i salis. Sayfa 302
————————————————————————
 
Kemalist (Taha Akyol) diyor ki; 
 
Belge’de bir de 20 kuruşluk pul vardır.  O yıllarda buğdayın kilosu 0.66 kuruştu! 
 
(Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları, sf. 133)
Basit bir veraset ilamına “20 kuruşluk pul”, pek sırıtan bir uydurmadır!  
 
Cevap:  
 
Osmanlı’da o dönemde (1883) 1 ingiliz sterlini 110 osmanlı kuruşu idi. Ayrıca İstanbul ile selânik arasında da ekonomik farklılık gerceği vardır. Bu belgede ki 20 kuruşluk damga pulu Selânik ve yöresi için hukuksal bir prosedürdür. 
  
Kaynak: OSMANLI BANKASININ KURULUŞU Kaya BAYRAKTAR Kocatepe Üniversitesi, Usak IIBF, Iktisat Bölümü C.Ü. Iktisadi ve Idari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayi 2, 2002 Banka Kurma Girişimleri bölümü sayfa: 76

————————————————————————

Kemalist (Taha Akyol) diyor ki:
 
Osmanlı’da aile, miras ve nesep davalarına her devirde Şer’iye mahkemeleri bakmıştır. Tanzimat’la başlayan hukuk reformları sürecinde, 1867 tarihli Divan-ı Ahkam-ı Adliye Nizamnamesi, bu konulara Şer’iye mahkemelerinin bakacağını kesin olarak belirtmiştir. Asliye mahkemelerinin temelini oluşturan Nizamiye mahkemelerinin görev alanı ise ticaret, borçlar, gayrimenkul gibi davalardır. 1871’de bu görev bölümüne ilişkin yasa çıkmıştır. 
 
(Şer’iye Sicilleri 1. Cild Sf. 77–79 Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınları, İstanbul 1988)
        
Zübeyde Hanım bir miras davası açmış ve bu sebeple Mustafa Kemal’in babası mahkemece araştırılmış olsaydı, bu işe “Selanik Asliye Mahkemesi” değil, “Selanik Şer’iye Mahkemesi”bakacak ve “ilam” (karar) verecekti diyor!!
 
Cevap:
 
Osmanlı’da Asliye mahkemeleri 1846 yılında kuruldu [1]. Asliye Hukuk ise 1879 senesinde nizamiye mahkemeler tarafından meydana getirildi. Dolayısı asliye hukuk mahkemeleri’nin temelini nizamiye mahkemeleri oluşturmuştur. 18 haziran 1879 tarihli Mehâkim-i Nizâmiye Teşkilat Kanununa göre nizamiye mahkemeleri iki çeşittir: biri ceza,diğeri ise hukuk mahkemeleridir. Ceza ve hukuk mahkemeleri de iki derecedir.
 
Birincisi: “Asliye mahkemeleridir”. Bu asliye mahkemeleride hukuk,ceza,ticaret mahkemeleri olmak üzere üç kısımdır. Her kazâda bir asliye mahkemesi vardır. [2]
 

İkincisi: İstinaf mahkemeleridir. Vilayet merkezi olan her kazada bir isti’naf mahkemesi vardır. Bütün bunların üstünde bir de temyiz mahkemesi bulunur. Temyiz mahkemesi ceza ve hukuk nâmıyla iki daireye ayrılmıştır.[3]

Ayrıca 1879’senesinde asliye hukuk mahkemelerinde uygulanmak üzere, 1807 tarihli Fransız Hukuk Yargılama Kanunu’na (Code de procédure civile) dayanılarak, Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye Kanun-u Muvakkat’ı [4] çıkarılmıştır. Asliye hukuk mahkemelerinde uygulanan fransız medeni kanunu olan Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye Kanun-u Muvakkat’ı 4 Ekim 1927’ye kadar yürürlükte kalmıştır [5]. Aynı yıl yani 1879 senesinde, 1808 tarihli Fransız Ceza Kanunu olan Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu [6] tercüme edilerek asliye ceza mahkemelerinde uygulanmıştır.
 
Osmanlı’da 1879 senesine kadar asliye mahkemeleri, “bidâyet mahkemeleri” olarak isimlendiriliyordu. Lakin 1879 yılında ilk defa Osmanlı’da yeni bir usul kanunu çıktı. Nizamiye Mahkemeleri’nin teşkiline dair bu kanun, ülkemizde o zamana kadar hiç bilinmeyen savcılık, noterlik gibi müesseselerin de ortaya çıkmasını sağladı. Sulh, asliye, ticaret mahkemesi kavramları da ilk defa bu yasayla ortaya çıkmış oldu. [7]
 

Sonuç: Osmanlı’da 1879 senesinden itibaren Asliye hukuk mahkemeleride aile, miras ve nesep davalarına bakıyordu ve Asliye hukuk kavramları’da kullanılıyordu. Mustafa Kemal veledi zinadır, mahkeme kararı doğrudur.

Kaynaklar:

[1]: Doç. Dr. Necati CEMALOĞLU; OSMANLI DEVLETİ’NDE YAPILAN TANZİMAT REFORMLARININ EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ, UYGULAMALARI VE SONUÇLARI (1839-1876) sayfa: 155-156
[2]: Düstur,Tertip 1,Cilt 4:Düstur,Cüz-i Rabi’ ,İstanbul,1296 sayfa: 245.
[3]: Düstur,Tertip 1,Cilt 4:Düstur,Cüz-i Rabi’ ,İstanbul,1296 sayfa: 235 – 250
[4]: Düstur,Tertip 1,Cilt 4:Düstur,Cüz-i Rabi’ ,İstanbul,1296 sayfa 261
[5]: ANSAY Sabri Şakir, Hukuk Yargılama Usulleri, Ankara, 1950, sayfa. 10
[6]: Düstur,Tertip 1,Cilt 4:Düstur,Cüz-i Rabi’ ,İstanbul,1296 sayfa 136
[7]: Mersin İstiklal günlük internet gazetesi ”BARO’DAN “AVUKAT HAKLARI” SEMİNERİ” Tarih: 04.04.2013
 

Ayrıca bakınız: Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye Kanun-u Muvakkat’ı şerhi, yazar: Yorgaki,Şevket, Matbaai Ebuzziya, 1304 Istanbul

————————————————————————
Kemalist (Taha Akyol) diyor ki:
 
SÖZDE ”belge” nin içeriği ve şekli de “ilam” denilen belgelere aykırıdır. Abdülhamid döneminde hukukun laikleştirilmesi reformlarından biri olarak çıkarılan 1879 tarihli “Senedat-ı Şer’iyenin Suret-i Tanzimi” adlı “Talimat”ta “ilam”ların nasıl yazılacağı belirtilmiştir: 
 
“İlam”da davalı ve davacının ana baba adları, şöhret, meslek ve ikametleri, delillerin niteliği mutlaka yazılır. Zabıt katibinin ve hakimin imza ve mührü şarttır. “Sicil kaydı” numarası bulunur. 
 
(Bkz. Prof. Ahmet Akgündüz, İslam ve Osmanlı Hukuku, sf. 777 – 782)
 
Cevap
 
Söz konusu olan “Senedat-ı Şer’iyenin Suret-i Tanzimi” Şer’iye mahkemeleri için çıkmıştır. Nizamiye mahkemeleri tarafından meydana getirilen “asliye hukuk mahkemelerini” bu talimat bağlamaz.

————————————————————————

 Kemalist diyor ki: 

1845 askeri okullar kararı na göre nesli belli çocukların kayıtları alınması zorunluydu. Selânik mahkemesinin kararı nı devletin bilmemesi gibi bir saçmalık olabilir mi? 
 
Cevap: 
 
Islâhat Fermânı (Hatt-ı Hümâyûn) Bâb-ı Âli tarafından ilân edilen Islâhat Fermânı, Kırım Savaşı’ nın ateşkesinden 18 gün sonra, 18 Şubat 1856′ da ilân edilmiştir. Bu fermânın amacı, millet sistemini kaldırarak bütün din topluluklarının eşit vatandaşlık hakları sağlayarak müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebâası arasında tam bir eşitlik sağlamaktır. Böylece Millet-î Rûm haricinde gayrimüslimlere de devlet kademelerine memur olma yolu açılmıştır. Din değiştirme hakkı kabul edilmiş, İslâm’ dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması usulüne son verilmiştir. Gayrimüslimlere askeri okullara gitme hakkı tanınmıştır. Ayrıca uygulanan vergilerde (bkz. cizye) de bir eşitlik sağlanmıştır. Bu anlamda 15. madde ile eşit haklar beraberinde eşit yükümlülükler getirir düşüncesi getirilmiştir. Böylece gayrimüslimlerin de askerlik yapma yükümlülüğü doğmuş, askerlik yapmak istemeyenlere de askerlik vergisi olan ( bedel-i askerî ) olanağı sunulmuştur. Bu yeni uygulama sayesinde müslüman tebâa da para karşılığında ( bedel-i nakdî ) askerlik görevinden muaf olma şansını yakalamıştır. Mustafa Kemal’ın durumu o günlerde elbette biliniyordu, ancak Selânik gibi icinden geldiği toplumun batılılaşma ve İttihat ve Terakki sempatizani cevreler olması, onun “saygın” bir asker olduğunu Türk toplumuna kabul ettirmeyi geciktirmemiştir.  Zaten hukuken’de bir mani yoktu, zira Islâhat Fermânı sayesinde her Osmanlı vatandaş orduya girebiliyordu.
————————————————————————
 
Kemalist diyor ki:
 
Kağıdın rengi bozulmamış, yazılar hasar görmemiş, 110 yıllık belgede bu olanaklı değildir.
 
Cevap:
 
Türk-İslam devletlerinde öteden beri yazılı ve yazısız kağıda hürmet fevkalade idi. Bilhassa kul hakkı geçmesi tehlikesi sebebiyle devlet evrakının muhafazasına daha çok ehemmiyet verilirdi. En büyük Türk-İslam devletlerinden biri olan Osmanlılar da aynı ananenin devamı olarak devlet evrakını en müstesna yerlerde muhafaza etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde modern manada milli arşivcilik konusunda ilk ciddi teşebbüs, devrin maliye nazırı Safveti Paşa’ nın 1845’te Enderun’daki tarihî vesika ve defterleri bir tertip içine almaya çalışması ile görülür. Tam manasıyla modern arşivcilik ise, 1846’da Hazine-i Evrak Nezareti’nin kurulmasıyla başlar ve bugünkü Başbakanlık Arşivi’ nin çekirdeğini teşkil eder. Aynı sene Bab-ı Ali’ nin iç kısmında yüksekçe, rutubetsiz bir yer seçilerek ve özel olarak imal edilen tuğla ile mükemmel bir bina yapıldı. Nezaretin başına Hazine -i Evrak Nazırı olarak sadaret mektupçusu Esseyyid Hasan Muhsin Efendi tayin olundu. Türkiye’de modern arşivciliğin mimarı bu zattır denilebilir.
————————————————————————
 
Kemalist diyor ki: 
 
EVLİ BİR KADIN BABALIK DAVASI AÇABİLİR Mİ?
 
Cevap: 
 
Kemalistlerin iddiâ ettiği gibi Zübeyde 1871’de Ali Rıza ile evlenmedi. 1885 yılında yani Mustafa Kemal 5 yaşında iken Ali Rıza ile evlenmiştir Zübeyde. Ayrıca Mustafa Kemâl 1881’de değil, 1880 senesinde doğmuştur.
————————————————————————
Kemalist diyor ki: 
 
OSMANLIDA GENELEV VAR MIYDI? 
 
Osmanlı’ da fuhuş yasaktır. İslam hukukuna göre zina kabul edilir ve ağır cezası vardır. Fuhuşu önlemek için padişahlar sık sık ferman çıkarırlar. Esir ticaretinin kaldırıldığı 1858 yılına kadar, çok yoksullar dışında erkekler bir fuhuş ortamına ihtiyaç duymazlar. Dört kadınla evlenebilmekte ve ayrıca esir pazarından “yataklık” kadın alınabilmektedir. Esir ticaretinin kaldırılmasından sonra, büyük kentlerde, fuhuş üzerindeki baskıda bir gevşeme olur. Gizli randevuevleri ortaya çıkar. Devlet değil, kent yöneticileri görmezlikten gelir, rüşvet karşılığında çalışmalarına göz yumulur. Rüşvetle göz yumulur ama, onun da koşulu vardır: Sermaye olarak Müslüman kadın çalıştırılmayacaktır. Ve bunun denetimi  yapılır. Müslüman sermaye çalıştıran yere göz yumma biter ve yakalanan kadına çok ağır ceza verilir. İstanbul’ da bu şekilde yakalanan bir Müslüman kadının, ceza olarak, cinsel organının kesilmesi olayı ünlüdür. 
 
Sonuç: Osmanlı’ da devletten izinli, ruhsatlı, meşru genelev yoktur diyor kemalist.
 
Cevap:
 
Osmanlı yıkıldı’da boşuna mı yıkıldı?. Osmanlı Devleti islamiyetten taviz verdiğinden dolayı yıkılmıştır. 1858 yılında Osmanlı’da maalesef eşcinsellik suç olmaktan çıkmıştır. Gelelim genelev meselesine.
 

Bakınız bu hususta Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yil: 2010/2, Sayi:12 nüshasında ‘’TANZİMAT SONRASI FUHUŞ HADİSESİNE YAKLAŞIMDA YAŞANAN DEĞİŞİM’’ başlığı altında Engin Kirli ne yazıyor:

 

Osmanli Devlet’inde fuhşun ve umumhanelerin yayılması başta frengi olmak üzere zührevi hastalıkların da salgın şeklinde görülmesine yol açtı. Hükümet kendi kontrolündeki umumhanelerde fahişelerin hastalıklarını  teşhis edip tedavi olana kadar işten el çektiriyordu. Ancak, devletin kontrolü altında olmayan umumhaneler de tüm engellemelere rağmen bir yolunu bulup kaçak yollardan faaliyetlerini sürdürüyorlardı . Hükümet kaçak umumhaneler işletildiğini biliyordu. Fındıklı Pişgahın’da Rusya Sefaret Vapurları’nın tayfaları arasında frengi hastalığının yayılması olayında hükümet, kaçak olarak faaliyet gösteren umumhanelere gitmeleri sebebiyle tayfaların hastalanmış olabileceğini belirtiyordu. Hasta fahişelerin, çalışma iznini belirten vesikası ellerinden alını yor ve tadavi olana kadar memleketlerine gönderiliyordu.

Kaynak: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yil: 2010/2, Sayi:12 nüshasında ‘’TANZİMAT SONRASI FUHUŞ HADİSESİNE YAKLAŞIMDA YAŞANAN DEĞİŞİM’’ sh.48
 
başka bir kaynak daha verelim:
 
Prof.Dr. Ali AKYILDIZ’ın editörlüğünde yayınlanan „Osmanlı Devleti’nde yenileşme hareketleri (1876-1918)“ bakınız ne yazıyor:
 
 

1853-56 Kırım Savaşı’ndan sonra Sosyal yapıdaki değişimin yansımalarıdan biri de fuhşun yaygınlaşmasıydı. Esas itibarıyla fuhuş her dönemde her toplumda mevcuttu. Savaş yıllarında artan fakirlik, işsizlik ve özellikle 93 Harbi sonrasındaki yoğun göçlerin yarattığı kozmopolit şehir hayatı, fuhşun beslendiği kaynaklardı. İnsan ticaretinin ve iş vaadiyle kandırılan kadınların beslediği fuhuş sektörü gelişme imkânı buldu. İdareciler, mahallelerinde genelev (umumhane) veya randevu evi (koltuk) bulunan halkın şikâyeti karşısında buraları kapatma veya bu insanları tutuklama gibi sert önlemlere başvurmadılar; çünkü, yeri bilinen ve denetlenebilen bu tür mekânların kapatılması halinde, fuhşun evlere ve sokaklara taşacağı ve kontrolden çıkarak kente yayılacağı fikrindeydiler. Bu nedenle şikâyet halinde, fuhuş yapılan yerlerin sertçe uyarılmasıyla yetinilirdi. Sosyal rehabilitasyon kapsamında hayat kadınlarını askeri dikimevlerinde istihdam edip namuslu bireyler olarak topluma kazandırmak gibi projeler başlatıldıysa da sonuçlandırılamadı.

Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3045
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1994
OSMANLI DEVLETİ’NDE YENİLEŞME HAREKETLERİ (1876-1918) sayfa:  177
 
 

Yazarlar:

Prof.Dr. Zekeriya KURŞUN (Ünite 1), Prof.Dr. Ali AKYILDIZ (Ünite 2, 5), Yrd.Doç.Dr. Gültekin YILDIZ (Ünite 3), Prof.Dr. Cemil ÖZTÜRK (Ünite 4), Doç.Dr. Davut HUT (Ünite 6), Doç.Dr. Yüksel ÇELİK (Ünite 7, 8)

Editör: Prof.Dr. Ali AKYILDIZ

————————————————————————

Kemalist (Murat Bardakçı) diyor ki:
 
Belge’de rumî takvim kullanılmış. O dönemde (1883) adliyelerde hicri takvim kullanılırmış.
 
Cevap:

Tanzimat Dönemi’ne kadar Osmanlı Devleti’nde Hicrî takvim her sahada resmî takvim olarak kullanılıyordu. Yılbaşı 1 Muharrem’di. Tanzimat dönemi’nde, 13 Mart 1840 Miladî tarihi, 1 Mart 1256 Cuma günü olarak Rumî takvimin yılbaşı kabul edildi. Bu tarihten sonra çift takvim uygulaması başladı, aynı anda hem Hicrî takvim hem de Rumî takvim 1870 miladî yılına kadar birlikte uygulandı. Hicrî takvim ay yılına göre, Rumî takvim ise güneş yılı esaslı hesaplandığı için, Hicrî takvimde senenin son günü rumî takvimin çakışan senesinden her yıl 11 gün daha geriye düşüyordu. İkililiğin önlenmesi için o tarihten sonra (1870 senesinden sonra) artık sadece Rumî takvim kullanılmaya başlandı.

Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY’ın araştırmalarına göre ise Osmanlı’da rumî takvim 1839 yılından itibaren bütün resmî kayıtlarda kullanılmaya başlandı.

Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY diyor ki:
 
Hicrî. 1255 (Miladi. 1839) dan sonra bütün resmî ve mâlî kayıtlar için artık mâlî (rumî takvim) yıl resmen kullanılmaya başlanmıştır. Ama yine de, tanzimattan sonra yurttaşa nüfus cüzdanı vermeye başlanması işinde bu cüzdanlara kimi nüfus memurları hicrî yılı, kimileri de rumî yılı yazarak bu işte karışıklığın sürmesine neden olmuşlardır. Bu karışıklık Osmanlı Imparatorluğunda ikinci meşrutiyet yönetiminin son yıllarına dek sürmüs, devlet işlerinde ve yazışmalarda hem hicrî kameri, hem mâlî (rumî) yıl birlikte kullanılmıştır.
 
Kaynak: Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY; Eski Çağlardan bu yana zaman ölçümü ve takvim sayfa 136

Not: Rûmî takvime ”mâlî takvim” de denilir.
————————————————————————
 
Kemalist (Murat Bardakçı) diyor ki:
 
Selânik “Asliye Hukuk” mahkemesinin kararın’da birçok imlâ hatası var. Bu sebebten dolayi sahtedir diyor kemalist.
 
Cevap:
 
Tanzimat Sonrası Osmanlı Devleti’ndeki hukuksal ve sosyal evrim; devletin tüm kurumlarını altüst etmiş. Hukuksal evrimde; örneğin Osmanlıca (mahkeme) kararında ki yazım ve görüş üslubunun yapısı olsun veyahutta Hakimlerin ve âzâ’larının eğitim yapısı olsun, Osmanlı’nın o dönemde ki karmaşıklaşan yapısının özelliğinden kaynaklanmaktatır.
 
Bakınız Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci ”Osmanlı Mahkemeleri – Tanzimat ve Sonrası” isimli eserinde bu hususta ne yazmakta…
 
”Ne olursa olsun, hukuka âşinâlık bakımından şer’iyye mahkemesi hâkimleri ile en basit hukukî meseleleri anlamayan, hattâ >okuma-yazması< bile bulunmayan nizâmiye mahkemesi >âzâları< arasında mukayese bile mümkün değildi.”[1]
 
Evet yanlış okumadınız. Asliye mahkemelerinin temelini oluşturan Nizamiye mahkemelerin’de okuma-yazma bilmeyen âzâ’lar bulunuyordu. Elbette bu mahkemelerden çıkan ilâmlarda imlâ hatası olur ve olacaktı. Bu gayet normaldir o dönemin şartlarında. Peki nizamiye (asliye) mahkemelerinin âzâları nasıl teşekkül ediyordu ?.
 
Birde bunun cevabına bakalım:
 
”Tanzimat devrinde nizâmiye mahkemeleri kurulmuş, faaliyette bulunan umumî mahkemeler ise şer’iyye mahkemeleri ismini alarak görev alanları daraltılmıştır. >Halk< tarafından seçilmis >üyelerden müteşekkil< bu >mahkemelerde<, halkın umumî meselelere iştirakî ve menfaatlerini bizzat koruması imkânı getirilmiştir.” [2]
 
Evet Nizamiye (asliye) mahkemelerinin âzâlarının halktan seçilmiş olması ve bunların’da çoğunun okuma-yazması bile olmaması, ilâmlar’da imlâ hatasına yol açmıştır.
 
Son olarak bakınız Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci Asliye mahkemelerinin temelini oluşturan nizamiye mahkemeleri üyeleri hakkında ne yazıyor:
 
”Nizamiye Mahkemesi denilen bu yeni mahkemelere >ehil< hâkim olmadığı için kadılar riyaset ederdi. Ayrıca halktan seçilmiş biri Müslüman, diğeri >gayrimüslim iki âzâsı< vardı.”[3]
 
Kaynaklar:
 
[1:] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci ”Osmanlı Mahkemeleri Tanzimat ve Sonrası’’ sayfa: 154 / Arı Sanat Yayınevi 2004
 
Ayrıca Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin websitesin’den ”Osmanlı Mahkemeleri Tanzimat ve Sonrası’’ PDF’den sayfa 81’de okuyabilirsiniz:
 
 
[2:] İç Denetim Birimi Başkanlığı Sulh – Asliye Ayrımı / İnceleme Raporu sayfa:  3/38. Tarih Ankara – 12.10.2011 İbrahim DEMİRTAŞ / Hâkim / Bakanlık İç Denetçisi
 
[3:] Dünden Bugüne Gazetesi 10.03.2010 / YARGI REFORMUNU OSMANLI DA YAPMIŞTI.
————————————————————————
 
Kemalist (Murat Bardakçı) diyor ki:
 
Belge osmanlıca değil, bugün ki çağdaş türkiye türkçesi’yle yazılmıştır.

Cevap:

Bunu iddiâ eden kişi gazeteci Murat Bardakçı’dır. Bardakçı ne hikmetse bunu (Televizyon’da) ileri sürdü lakin vesikâ’yı bire bir okuyamadı. Peki neden ?. Kendisi’de biliyor ki şayet selânik mahkeme kararını bire bir okusaydı hemen yalanı ortaya çıkacaktı ve anlaşılacaktı ki söz konusu olan vesika osmanlı türkçesidir.

Selânik mahkeme kararında ki:
 
  1. bilâvelet
  2. dühul
  3. huruc

kelimeleri bugün ki çağdaş türkiye’de kullanılmıyor, o kelimeler osmanlı döneminde kullanılıyordu. 

Kemalistler boşuna uğraşıyorsunuz ! 

VESİKÂ GERÇEKTİR !!!

Son Sözümüz:

Selânik asliye hukuk mahkemesi’nin 451 sayılı kararı 1000% doğrudur. Mustafa Kemal veledi zinadır. Bu kadar cevap şimdik kemalistlere yeter. Bir önemli bilgiyi size verip noktalamak istiyoruz. 
 
Mâlumunuz Şer’iye mahkemeleri ile birlikte 18.06.1879 tarihinden itibaren Asliye hukuk mahkemeleri’de bakiyordu aile, miras ve nesep davalarına. Bu iki mahkemeleri’nin arasında ama sadece bir fark var idi. O fark şu idi  
  
Müslüman yurttaşlar davalarını Şeriata (Islam hukukuna) dayalı Şer’iyye Mahkemelerinde baktırıyordu. Gayri-müslim (müslüman olmayan) yurttaşlar ise davalarını batı anlamında adalete dayalı Asliye hukuk mahkemelerine baktırıyordu.  

Söz konusu olan mahkeme kararı 22 Kanuni-evvel 1298 (rûmî) tarihinde yazılmıştır ki bu da 3 Ocak 1883 Tarihine tekabül ediyor. Demek ki Belge tam olarak incelenirse görülüyor ki Mustafa Kemâl Paşa’nın annesi Zübeyde Müslüman kadını  değilmiş (!). Müslüman bir kadın olsaydı davasını Şeriata (Islam hukukuna) dayalı Ser’iyye Mahkemesine baktırırdı. Ama o gayri müslimlerin baktırdığı batı anlamında adalete dayalı Asliye hukuk mahkemesine baktırmış davasını.

Bazı kesimler, Mustafa Kemalin babası belli değilse ne var ki, insan babası ve annesi yüzünden yargılanamaz, annenin, babanın günahını çekmez diyorlar. Aslında biraz haklılık payları var ise bu mesele öyle değildir. Çünkü ortada insanlara zorla kabul ettirilmek istenen yalancı resmî bir tarih vardır. İkincisi ise babası meçhul olan bir insan nasıl bir milletin atası olabiliyor? Mesele budur! Bu mesele araştırılmalı, açıklığa kavuşturulmalıdır.
 
Ayrıca bazı kesimler “Mustafa Kemal’in” annesinin başörtü takdığından dolayı müslüman bir kadın olduğunu ileri sürmekte. Bu tamamen saçmalıktır, zira Osmanlı imparatorluğun’da yahudi ve hristiyan hanımlar’da başörtülü idi.
 
selanik

Selanik – Osmanlı dönemine ait bir fotoğraf. Solda ki hanım bir Yahudi, ortada ki hanım bir Bulgar ve en sağda ki hanım bir müslüman kadınıdır.

Şimdikte kısaca Zübeyde’nin darüşşafaka cemiyetine vermiş olduğu para meselesine temas edelim.

Kemalistler diyor ki:

Zübeyde Hanım’ın 2 milyonluk vasiyeti ortaya çıktı !

Darüşşafaka’nın arşiv ve müzesinde yapılan tarama sırasında Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın 1921 tarihli ve 20 bin kuruşluk bağışı içeren bir vasiyeti ortaya çıktı. Zübeyde Hanım’ın Darüşşafaka’ya 1921’de yaptığı 20 bin kuruşluk bağışın bugünkü değerinin 2 milyon liraya denk geldiği hesaplandı. Darüşşafaka Cemiyeti Başkanı Zekeriya Yıldırım, “Herkesi bağışçımız olmaya bekliyoruz” dedi

Cevap:

Zübeyde Darüşşafaka cemiyetine 20.000 kuruş (PARA) bağış’da bulunmuş. Bugünün parası ile 2 milyon türk lirası ediyor. Yani 659.443 Euro miktarında bir para. Zübeyde denen karı bu kadar parayı nereden edindi? dul değilmiydi?. Zübeyde fahişelik ile kazanmış olduğu para ile sakın bu cemiyete bağışta bulunmuş olmasın?. Bilgi olsun, zübeyde’nin vasiyetin’de ki ilk eşi olarak ali rıza’nın ismi geçmesi, onun yani ali rıza’nın mustafa kemal’ın öz babası olduğunu asla ıspatlamaz, zira selanik mahkeme kararı bizlere apacık gösteriyor ki 1881 senesinde ali rıza ortada felan yok. Tam tersine zübeyde’nin bizzat selanikte ki asliye hukuk mahkemesine başvurarak kendisi’nin abduş isimli bir kabadayının eşi ve oğlu mustafa kemal’ın da abduş’un evladı olduğunu bildirmesi, mustafa kemal’ın ali rıza’nın evladı olmadığının en büyük delildir.

Ayrıca zübeyde’nin bağışta bulunduğu cemiyet hakkında bakınız Vikipedia ne yazıyor:

“Darüşşafaka Association, the first non-governmental organization in Turkish history”.

Osmanlı devletine bağlı olmayan ilk cemiyete, zübeyde denen kadın tam bugünün parası miktarı ile 2 milyon türk lirası bağışta bulunuyor. Önemine binâen tekrarlıyoruz, zübeyde’nin başörtülü olması onun müslüman bir kadın olduğunu ıspatlamaz. Osmanlı’da hiristiyan ve yahudi kadınları’da başörtü takardı. Avrupa’da ki tarih kitapları mustafa kemal ve ailesinin bir yahudi dönmesi (sabetaycı) olduğunu yazmakta. 76 yıl geçti, yeter artık, kalksın “Atatürk koruma kanunu” gerçekler ortaya çıksın. 

Kaldı ki Mustafa Kemal’ın ailesi hakkında kesin bilgi verilecek kaynakların Türkiye’de olmadığını “Yeni Nesil gazetesi” 1989 senesinde resmen itiraf etti.:

 yeni nesil

Yeni Nesil Gazetesi, 06.03.1989″

Mustafa Kemal Atatürk’ün piç olduğunu, veledi zina olduğunu Yunan Devleti’de bilmekte, lakin anlaşma gereği susmaktalar. 1934 Balkan Paktı arefesinde, Yunan gazeteleri, Atatürk’ün ailesiyle alâkalı bazı vesikaların bulunduğunu söylemişti. Atina, türk milletinin hoşuna gitmeyecek (doğrusu egemen olan kemalistlerin hoşuna gitmeyecek) bu neşriyatın durdurulması karşılığında, Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesini istiyordu. Mustafa Kemal ve yardımcıları yunanlılara ayasofya caminin kiliseye dönüştürüldüğü esnada, Müslümanlarda ayaklanma meydana getireceği gerekçesiyle, şimdilik müze yapılması en uygun olduğunu ilettiler ve nitekim 1934 senesinde mustafa kemal tarafından „Ayasofya“ müzeye çevrilmiştir. 62 yıl sonra, yani 1996 senesinde Türkiye „Ayasofya“ müzesini, müslümanların arzusu olması hasebi ile tekrar camiye açmak istedi. Lakin Yunanlılar durmadı ve tehditlerini yunan gazetesi olan „Xronos“ ile hatırlattılar.

Xronos 1 mart 1996

Yunan Gazetesi Xronos (1 Mart 1996)

„KEMAL ATATÜRK BABASI BİLİNMEYEN BİR PİÇTİ.

SELANİK’TEKİ EVİN KENDİSİNE AİTLİĞİ DE BELİRSİZDİR.“

Evet o günden buyana kadar hiçbir iktidar Ayasofya’ya elini süremiyor. Mustafa Kemal’ın ailesi hakkında ki sizlere sunduğumuz bu acı gerçekler Türk kamuoyundan 76 yıldan beri titizlikle saklanılmakta ve hala saklanılıyor. Gerçekleri bilen tarihcilerimiz’de Türk Ceza Kanunun 5816 maddesi “Atatürk Koruma Kanunu” ile susmaya mecbur bırakılıyor. Hamd olsun ki müslümanlar bu gerçekleri hiç kimseden korkmadan ifşa ettiler ve aziz milletimiz Allah’ın izni ile tekrar şuurlanmakta.

Bakınız yabancı kaynakların hemen hemen hepsi mustafa kemal’ın bir yahudi dönmesi olduğunu yazmakta.

Alman Yahudi Dergisi: “Türkler’in Babası Bir Yahudi Oğlu muydu?”

aufbau

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Alman asıllı yahudiler tarafından yayınlanan ve ABD’nin tek yahudi ama Almanca yayınlanan yayın organı olan “Aufbau” = “İmar” dergisinde bir yazı yayınlandı. “Aufbau” adlı dergi 1934 yılından bu yana Almanya’dan ABD’ye göç etmiş yahudiler tarafından ABD’de yayınlanmakta, fakat Almanya’da da satılmaktadır.

Bu derginin 26 Kasım 1999 tarihli nüshasında çok dikkat çekici bir yazı yayınlandı.

Yazının başlığı aynen şöyle idi:

“Türkler’in Babası Bir Yahudi Oğlu muydu?”

Yazı şöyle devam etmekte:

“Kemal Atatürk bir yahudi mi idi? Onun gerçekleştirmiş olduğu reformlar kendi özgeçmişiyle mi ilgiliydi? Bu sebepten dolayı mı yahudi Atatürk, Türk İslam’ının düşmanı oldu?”

(Yani İslam düşmanı olduğunu bu almanlar bile anladı.)

Derginin Atina muhabirlerinden Heinz Gstrein’in kaleme almış olduğu yazıda bu sene de ölüm yıldönümünde Türk basınında tartışılan M. Kemal’in geçmişiyle ilgili tartışmaları özetleyen bir Yunan yahudi dergisi olan “Zachronoth” adlı dergiden kesintiler alınmış.

Yunanistan’daki Yahudi Cemaatleri Merkez Komitesi tarafından çıkarılan “Zachronoth” adlı dergide, M. Kemal’in doğmuş olduğu Selanik kentinin tarihten beri “Balkan’ın Kudüs’ü” olarak adlandırıldığı bildirilerek, M. Kemal’in geçmişinin “Dönme” denilen ve Osmanlı’da en üst düzey görevlere gelebilmek için dışa dönük müslüman olduklarını iddia eden ve 17. yüzyıldan bu yana faaliyet gösteren bir yahudi cemaatına dayandığı iddia edildi. Şabatai Zevi denilen yahudi asıllı bir “sahte mehdi” tarafından kurulduğu “Zachronoth” adlı dergide iddia edilen “kuruluş”un en meşhur üyesinin de 1908 yılında Osmanlı’da vezir (bakan) olan Cavid Bey (Cavid = David) olduğu bildirildi. Cavid Bey yahudi dergi tarafından, Osmanlı’nın yıkılma aşamasında siyonistlerle Filistin’de temsilcilikler kurulması yönünde masabaşına oturan ilk üst düzey yetkili olduğu, açıklandı.

M. Kemal’in yahudi “dönme” olduğuna mühim kanıtın ise Osmanlı Sultanı kızlarından Kenize Murad’ın kaleme almış olduğu ve hatıralarını yazmış olduğu yazı gösterilmekte. Türkiye’de İslam’ın hükümranlığını sona erdirmede M. Kemal’in gayretinin “dönme” geçmişiyle ilgili olduğu Kenize Murad tarafından iddia edilmiş.

İşte yahudi kaynaklı bir dergi M. Kemal hakkında böyle şeyler yazmakta!

(Türkiye’de bütün arşivler açılınca işin aslı ortaya çıkar inşaallah.)

KAYNAK: Aufbau dergisi, 26 Kasım 1999.

devam edelim

M. Kemal Atatürk Sabetayist (yahudi) miydi?

Forward 1New York’da çıkan FORWARD gazetesinde, “When Kemal Ataturk Recited Shema Yisrael” başlığıyla yayınlanan haberin küpürü

Amerikalı gazeteci Hillel Halkin, 28 Ocak 1994 tarihli Forward gazetesinde çıkan yazısında Itamar Ben Avi ile M. Kemal’in görüşmesini anlatmıştır. Bu yazıya göre M. Kemal, 1911 yılında Trablusgarp’a Kudüs üzerinden gitmiş ve Kudüs’te Kamenitz Otel’de kalmıştı. Otelin lobisinde rakısını yudumlarken İbrani diline olan merakı ile bilinen ve Siyonizm hareketinin ileri gelenlerinden olan gazeteci Ben Avi de oradadır. Otelin sahibinin, “Şu köşede, elinde rakı şişesi olan Türk yüzbaşını görüyor musun?” şeklinde M. Kemal’i işaret etmesi üzerine Ben Avi, M. Kemal’in yanına giderek onunla tanışır. Fransızca yapılan bu görüşmede M. Kemal, Onunla Osmanlı’nın siyaseti üzerine muhabbet eder. Kendisine bir ara şöyle der;  “Ben Sebatay Zevi’nin soyundanım, artık gerçek bir Yahudi değilim; fakat sizin peygamberinize karşı bir hayranlığım var. Benim tavsiyem bu ülkedeki bütün Yahudilerin onun yoluna bağlanmalarıdır.

On gün sonra aynı hotelde tekrar buluşurlar. M. Kemal bu sefer şunları anlatır; “Evimizde Venedik’te basılmış bir İncil vardı. Eski ve nadir bulunan bir kitap. Hatırladığım kadarıyla babam bana okumayı öğreten Karaim öğretmenden getirmişti.” Kitaptan hatırladığı şu duayı okur; “Şema Yisrael, Adonai Elohenu, Adonai Ehad! (Dinle ey İsrail, rabbimiz olan Allah tektir)”. Ben Avi, “Yüzbaşı, bu bizim çok mühim bir duamızdır.” deyince M. Kemal de “Ve benim de gizli duam, sevgili beyefendi.” diye cevap verir.

KAYNAK:

New York’da yayınlanan FORWARD gazetesi, Zichron Yaakov’un “When Kemal Ataturk Recited Shema Yisrael” başlıklı  haberi, 28 Ocak 1994 (Gazete’de daha ayrıntılı bilgi mevcut, fakat biz özet olarak paylaştık.)

Devam edelim

The Miami Metropolis, Wednesday June 30, 1920

Talat paşa ile maliye bakanı Cavit Bey gibi Mustafa Kemal’in da bir yahudi dönmesi olduğunu yazan gazete.

Kaynak: The Miami Metropolis, Wednesday June 30, 1920

Devam edelim

Türkiye’de muhabirlik yapmış olan ”William A. Lloyd” Auckland Star isimli gazete’de mustafa kemal’ın türk olmadığını ve bir yahudi olduğunu yazmıştır.

Auckland Star, 27 Eylül 1926

Kaynak: Auckland Star, 27 Eylül 1926

Devam Edelim

The Mail gazetesi, 30 Eylül 1922 nüshasında şunları yazmakta.

”Kemal Türk değildir. Kendisi selânikte doğdu ve bir yahudidir”

Not: M.Kemal sefarad yahudilerinden’dir. Sefarad yahudileri dönme olarak’da isimlendiriliyorlar ve 1492 senesinde ispanya katliamından kaçtılar ve osmanlı devletinde ki selânik şehrine yerleştiler. Bu yahudilerin özelliklerinden birtanesi’de kendilerini topluma müslüman olarak tanıtmaları, müslüman isimleri taşımaları, lakin kendi aralarında yahudilik dinlerini gizlice devam ettirmeleridir.

The Mail, 30 Eylül 1922

The Mail gazetesi, 30 Eylül 1922

Devam edelim

Dünya basını yazıyor !

”Mustafa Kemal Türk değildir ama selânikli bir sefarad (sephardic) yahudisi’dir.”

Chicago sentinel 4 mart 1921

Kaynak: Chicago Sentinel 4 Mart 1921

Devam edelim

Bakınız M. Kemal’in damarlarında Yahudi kanının dolaştığını, Sabetay Sevi’nin müridlerinin birinin soyundan geldiğini ”Chicago sentinel 13 ekim 1922” tarihli nüshasında açık ve net bir şekilde yazmakta.

Muhtemelen’de mustafa kemal’ın sabetay sevi’nin cemaatın’dan olan ailesinin soyu’da (mustafa kemal’ın kendi ifadesine göre) Sabetay Sevi’ye dayanmakta.

Chicago sentinel 13 ekim 1922

Devam Edelim

New York Tribune 26 Subat 1921

New York Tribune 26 Subat 1921 tarihli yazısına şu şekilde başlamakta:

”Ankara Hükûmeti’nin yahudi lideri Mustafa Kemal”.

İngiltere ve Amerika başta olmak üzere türkiye’yi ziyarete gelen devletlerin ilk işleri yahudi mustafa kemal’a saygı göstermek. Yani Anıtkabiri ziyaret etmek. Bu bilene mustafa kemal’ın yahudi ırkından olduğuna en büyük delildir.  Neyse biz devam edelim

Aynı şekilde The Washington Times 08 ekim 1922 tarihli yazısında, mustafa kemal’ın yahudi olduğunu yazmakta. Mustafa Kemal’ın Ladino dilini bilmesi de bu iddiaları kuvvetlendirmektedir.

The Washington times., October 08, 1922

The Washington Times 08 ekim 1922

Kemalistler çatlasın biz devam edelim. Büyük evrensel tarihçi olarak kabul edilen Arnold Joseph Toynbee ”Kemal Atatürk’ün damarlarında yahudi kanının dolaştığını teyid etmekte.”

Chicago sentinel 25 haziran 1942

Kaynak: Chicago Sentinel 25 haziran 1942 

Devam edelim

10 Mayıs 1902 tarihinde doğmuş olan ve Dünya Yahudi Kongresi eşbaşkanlığı yapmış olan “Joachim Prinz” bakınız The Secret Jews (Gizli Yahudiler) isimli kitabın’da mustafa kemal hakkında ne yazmakta:

“1908′deki Jön Türkler ayaklanmasının liderlerinden olan Cavit Bey ve Mustafa Kemal sıkı >yahudi Dönme’lerdi<. Sonraları Cavit Bey Maliye Bakanı, Mustafa Kemal ise yeni rejimin (TC’nin) lideri oldu ve kendi ismini ‘Atatürk’ olarak değiştirdi.”

(Kaynak: The Secret Jews (Gizli Yahudiler), Joachim Prinz, Random House, New York 1973, sahife: 122)

joahim prinz

(Joachim Prinz 1902-1988)

isheykel

İsrail’de ki mustafa kemal heykeli’nin altındaki ifâde gâyet dikkat çekici değil mi?:

“Bütün Türk Milleti ve Türkiye’yi seven israil halkı sana (M.Kemal’e) ebediyyen minnettar kalacaktır”

Türkiye’nin mazlum din kardeşlerimiz olan filistinlilere göndermiş olduğu yardım gemisine saldıran ve birçok insanımızı katleden israil mi türkiye’yi ve türk halkını seviyor?. Ayrıca mustafa kemal’e neden minnettardır ki israil halkı ?

Çok basit çünkü selanikli mustafa kemal, yahudilerin kendi veledi zinaları idi de ondan sahip çıkıyorlar. Mustafa kemal israil devleti’nin kurulmasına en büyük zemini devrinde hazırlamıştır. Peki nasıl?

1) Mustafa Kemal İslâm Hilafetini kaldırıp, müslümanları başsız bıraktı ve böylelikle islamın güçününe en büyük darbeyi vurdu. Bundan dolayı filistin ile beraber hiçbir islam toprağı istanbul’da ki halife’ye (müslümanların dini başbakanına) bağlı kalamadı ve bağıları tamamen kopmuş oldu.

2) Müslüman Türk Milleti tarihinden hep ders çıkarırdı, müslüman ecdadı’nın bırakmış olduğu eserleri titizlikle okurdu ve dikkate alırdı. Buda tehlikeli idi. Bunuda kafir mustafa kemal bin yıllık müslüman türklerin kullandığı alfabeyi değiştirmek sureti ile başardı.

3) Müslümanlar başsız bırakıldı. Tarihinden koparıldı. Kaldı bir de ahlak meselesi. Ahlakı’da mustafa kemal islam şeriatını (hukukunu) kaldırmak sureti ile başardı. Fuhşu,kumarı,eşcinselliği, kerhaneleri, meyhaneleri, bira fabrikalarını, islam hukukunu kaldırdıktan sonra tamamen yayabildi topraklarımızda. Bütün bu devrimleri’de türk olmayan bir adam, türklük namına yapmış oldu. Yahudiler mustafa kemal’e ebediyyen minnettar olacaklar tabi, zira o kaleyi (osmanlı devletini) içerden düşürdü. Osmanlıyı yıktı, islam hukukunu devletin bütün kurumlarından kaldırdı. Bu büyük başarı idi. Yetmedi Türklerin Babası ”Atatürk” ismini kendisine hediye olarak verdiler.

Bakınız İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a) Şeriat (islam kanunları,hukuku) hakkında şöyle der:

Bir kimse: “Gel beraber gidip Şeriat’a (islam kanunlarına,hukukuna) danışalım” derse öteki kişi de “Gitmem,” derse kâfir olur. Çünkü Şeriat’ı (islam kanunlarını,hukukunu)  reddetmiş oluyor.

Yine bir kimse: “Şeriat ve benzeri müesseselerin bana bir faydası yoktur, bana şeriatın hükmü geçmez,” derse kâfir olur.

“El-Muhît” adlı kitapta yazıldığına göre, bir kimsenin yanında Şeriat’tan bahsedilse ve bilerek bu söze karşı gelirse, yahut hakaret için çirkin bir ses çıkarsa, yahut bu Şeriat kötüdür, derse kâfir olur.”

KAYNAK: Fıkh-ı Ekber Şerhi – Aliyyül Kari (rh.a) Şerh etmiştir.

Siz mustafa kemal’in durumunu düşünün ? neyse biz kaldığımız yerden devam edelim.

Bakınız mustafa kemal’ın gelmiş olduğu selanik şehiri bir yahudi şehiridir.

(kemalist kaynak yazıyor)

Kimi yazarlara göre Selanik, bir Yahudi ve Sabetayist kentiydi. Balkanlar’ın Kudüs’ü olarak biliniyordu. Nüfusun çoğunluğu dört yüzyıldan beri İspanyolca-İbranîce karışımı Ladino dilini konuşan Yahudilerdi. Ama nüfus tamamıyla Yahudilerden oluşmuyordu.

“1870′te Selanik’in nüfusu 90 000′di. Bunların 50 000′i Yahudi, 22 000′i Müslüman ve Sabetayist, 18 000′i Rum’du. Selanik aynı zamanda Sabetayistlerin (yahudi dönmelerin) en kalabalık olduğu şehir idi. Sayıları hiç de küçümsenecek bir nüfus değildi.”

Kaynak: Soner Yalçın, Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Doğan Kitap, 31. Baskı, 2004, sayfa 57.

Selanik nüfusunun 22.ooo’inin “Müslüman ve Sabetayist” olduğu bildiriliyor. Sabetayistlerin “görünürde” Müslüman, ancak “aslında” yahudi oldukları için sağlıklı bir ayrım yapılamıyor.

başka kaynak’da verebiliriz:

”1831 yılında Osmanlı yetkilerinin yaptığı bir sayıma göre Selânik şehrinin erkek nüfusu Tanzimat’tan önceki yıllarda 12.714’e yükselmişti. Bu toplam sayının 4294’ü Müslüman (yani %33,7’si), 2758’i Ortodoks Hıristiyan (%21,7), 5670’i Yahudi’ydi (%44,6).”
 
Kaynak: Tanzimat Çağında bir Osmanlı Şehri Selânik 1830-1912 sayfa. 55
Devam edelim
 
M. Kemal Atatürk’ün Selanik’teki öğretmeni Şemsi Efendi’nin gerçek ismi Şimon Zvi’dir, aynı zamanda Sabetayist’tir (yahudi). (Kemalist kaynak yazıyor)
semsi efendi
M. Kemal Atatürk’ün öğretmeni yahudi haham Şemsi Efendi, yani Şimon Zvi
 

Atatürkçü Soner Yalçın şöyle yazıyor:

“…Artık Selanik’te cemaatlerin finanse ettiği modern eğitim veren okullar faaliyetteydi. Bunların en ünlüsü, 1873′te Vali Midhat Paşa zamanında, Şemsi Efendi (Şimon Zvi) tarafından açılan Fevziye Mektebi’ydi. Yoksul bir ailenin çocuğu olan rüştiye mezunu Şemsi Efendi öğretmen olmak ve mahalle mektebinde uygulanan ezbercilik sisteminden koparak yeni öğretim yöntemleri uygulamak amacıyla bu okulu açmıştı. Şemsi Efendi Sabetayist’ti.”

Kaynak: Soner Yalçın, Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Doğan Kitap, 31. Baskı, 2004, sayfa 59.

mezar
M. Kemal Atatürk’ün öğretmeni yahudi haham Şemsi Efendi, yani Şimon Zvi’nin çoğunlukla Sabetayistlerin gömüldüğü Üsküdar Bülbülderesi mezarlığında bulunan mezartaşı
 
riza
(Dr. Rıza Nur 1879 Sinop – 1942 İstanbul)
 

Evet son kaynağı’da Türk siyasetçisi, devlet adamı, yazar, Türkolog -tarihçi ve hekim olan Dr. Rıza Nur’dan vererek noktalamak istiyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ailesi hakkında bakınız kendisi ne yazmakta:

 (Dr. Rıza Nur Hayat ve Hatıratım, Cilt 3 sayfa 561, Altındağ Yayınları)riza nur

(Dr. Rıza Nur Hayat ve Hatıratım, Cilt 4 sayfa 1515, Altındağ Yayınları)

hg

(Dr. Rıza Nur Hayat ve Hatıratım, Cilt 4 sayfa 1517, Altındağ Yayınları)

ayyas

Kemalistler, Rıza Nur’un bu gerçekleri yazdığın’dan dolayı kendisine ağır hakaret ve iftiralar’da bulundular. Rıza Nur’a yönelik bu asılsız iftiraları ”Kadir Çandarlıoğlu” cevaplandırmıştır.

bakınız: http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/05/28/dr-riza-nura-atilan-iftiralara-cevap/ 

Evet hiç düşündünüz mü Türkiye’de 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nun arkasında yatan mana nedir? Bu kanunla neler getirilmek isteniyor? Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir kanun?!. Gerçekleri gizlemek mümkün mü? “Mızrak çuvala sığmaz!” demiş atalar! Kemalistlerin gücü yetiyorsa mızrağı çuvalda saklasınlar!..  Gösterdikleri hassasiyet çok yanlıştır ve çok tehlikelidir. Onların yapacağı bir iş var. O da kaldırsınlar koruma kanunlarını, lağvetsinler Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni!..  Mustafa Kemal hakkında söylenenler ve yazılanlar yanlış ise çatır çatır cevap verirler! Yoksa eğer doğru ise; o zaman kızmasınlar; gerçekler yazılsın da Ata’larının kimliği, kim olduğu ve ne mal olduğu ortaya çıksın!.. Bir Stalin’in, bir Mao’nun akıbetinden ibret alsınlar da akıllansınlar!..  Bir gün gelecek, o çeşit kanunları delinecektir. Hak ve hakikat bunları dile getirecektir. Tarih, muvakkat bir zaman susarsa da bir gün gelir ortaya çıkar, susturmak isteyenleri bir silindir gibi ezer geçer; kendilerini de, korumak istedikleri adamı da rezil ve kepaze eder. Hem de Dünyanın gözleri önünde!.. Kur’an öyle demiyor mu?

“… Yoksa siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mi ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde (onlar) azabın en şiddetlisine atılırlar. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.” (Bakara, 85) 

Bu, değişmez ilahî bir kanundur; her yerde ve her zaman hükmünü icra eder; Kemalist ordular, Kemalist savcılar, Kemalist Prof.’lar, Kemalist hocalar da bu ilahî kanun elinden Mustafa Kemal’i kurtaramazlar. Buna imkân ve ihtimal yoktur! Nitekim kurtaramıyorlar; adamın şahsiyetsiz bir vatan haini, din, namus ve millet düşmanı olduğu ortaya çıkmakta, yazılmakta ve çizilmektedir.  Türkiye sınırları içinde olmasa bile dünya neşriyatında kendini göstermektedir. “Ümmet” Gazetesi’nden bunları okumaktasınız ve okuyacaksınız. Avrupa memleketlerinde Mustafa Kemal’in bir İngiliz casusu olduğu, Türk-Yunan muharebesinin sadece bir muvazaa (anlaşmalı döğüşten) ibaret olduğu, Yunan askerlerinin İzmir’e çıkışlarının, İngilizlere Mustafa Kemal tarafından telkin ve ilham edildiği, bütün bunların da Türkiye’yi mutlak surette İslam dünyasının liderliğinden tardetmek maksadına mâtuf olarak planladığı anlatılmakta, hatta bu kabil kitapları okuyanlar Türkiye’ye geldiklerinde eşve dostlarına gizlice aktarmaktadırlar. Aradan 76 senelik bir zaman geçmiştir. İnsaf ile kabul etmek gerekir ki, hakikatin meydana çıkmasına, ne suretle olursa olsun engel olmak ilâ-nihaiye sürüp gidemez. Dün kendisine ağız dolusu hakaret ve iftira edilen Sultan Hamit, bugün “Ulu Hakan”, “Cennetmekân” diye anılmaktadır. Keza dün korkunç bir diktatör olan Stalin’i bugün Rusya’da ağzına alabilecek bir kabadayı yoktur. 

Selâm hakka tabi olanlara olsun.